Cem Şen’in ismini uzundur duyuyorum. Kendisi ile tanışmadım. Ama çok sevgili birkaç arkadaşım onunla yakınen çalışıyorlar. Ben de en son onun ‘Thumos’ adlı kitabını okuma fırsatım oldu. Burda der ki.. dergisinde yayınlanmış bir yazısını paylaşmak istedim. Beni hissettirdi, düşündürdü, ve içimde derinliklerime dokundu.
“Aydınlanma peşinde koşmaya başlarız bazen mutluluğu bulacağımız inancıyla ama aydınlanma çabasının kendisinin bile karanlıkların içinden geçerek olduğunu fark ederiz. Geçmişin bilgeliğinin bizi mutlu edeceğini düşünürüz zaman zaman. Eskiden insanların daha mutlu yaşadığına inanırız ama ardından eski bilgelerin hayatlarını okur ve temeldeki karanlığın o zamanda da şimdi olduğu kadar yoğun olduğunu fark ederiz. Yoksa Budha, rahat ve mutlu hayatını, canından çok sevdiği karısını ve çocuğunu bırakıp da çıkmazdı ışığın ve aydınlanmanın arayışına. Belki de bizim de böyle bir arayışa girmemiz gerekiyordur diye düşünür ve kendimizi bilinmeyene atar bazılarımız. Bilinmeyen ürkütücü olsa da garip bir çekiciliği vardır. Bir süre kendimizi karanlıktan uzak, aydınlığa ve aydınlanmaya doğru hareket eder buluruz. Derken…. Tapınakta, bir öğrencinin aydınlandığını duyarlar. Diğer öğrenciler aydınlanan öğrencinin çevresini sarar ve ona sorular sormaya başlarlar. “Aydınlandığını duyduk,” der bir öğrenci. “Doğru mu?” “Evet,” der aydınlanan öğrenci. “Peki nasıl bir duygu? Ne hissediyorsun?” “Her zamanki kadar mutsuz,” diye yanıt verir aydınlanmış öğrenci.
Tüm körlerin içinde görenlerimiz vardır. Onların karanlık sandıkları bir dünyanın içinde renklerin olduğunu bilen bazılarımız. Görmeyenlere renkleri anlatmaya, ışığı göstermeye çalışırız. Kimimiz çarmıha gerilir, kimimiz alay konusu olur, kimimiz ise körlerle dolu bir dünyada gerçek karanlığa hapsolanın kendimiz olduğunu hissederiz. Işığı görmek yetmez bize, diğerleri de görsün isteriz. Fakat onlara renkleri ve ışığı anlatmak için giriştiğimiz bütün çabalarımız, en iyi ihtimalle boş, çoğu zamansa tehlikeli bir çabadan öteye geçmez. Derken uzaklaşırız… Kendimizi yalnızlığın karanlığında buluruz. Işığı anlatmaya çalıştığımız körler kadar körleşir ve ışığı aramaya başlarız… Her şeyi doğru yapan ya da doğru yaptığını düşünenlerimiz vardır. Doğru yoldan gidersek mutluluğu ve ışığı yakalayacağına inananlarımız. Yine de hayatın bize sürprizler hazırladığını ve bizimkinden farklı planları olduğunu fark ederiz. Biraz daha ayrıntılı baktığımızda kendimizin her şeyi doğru yapmasının dünyanın daha aydınlık bir yer olmasını sağlamadığını görürüz. Dünyayı aydınlatmakla uğraşmaz yalnızca bulunduğumuz yeri aydınlatmaya çalışırız. Fakat en yakınımızdakileri, canımızdan çok sevdiğimiz çocuklarımızı bile aydınlatamadığımızı fark ederiz. Herkes kendi gerçeğini bulmaya çalışırken ve herkes kendi deneyimini yaşarken en sevdiklerimizin karanlık içinde bocaladıklarına tanık oluruz. Peki bu bir kader mi? Ne yaparsak yapalım dönüp dolaşıp geleceğimiz yer karanlık mı? Farkında olsak da olmasak da, unutsak da hatırlasak da, sevsek de sevilsek de yok mu karanlığın içinde ışığın parlamasının bir yolu? Bazılarımız, önemli olanın yanıt değil sorunun kendisi olduğunu anlayan bazılarımız, doğru soruları sormaya başlarız sonunda. Karanlık nedir? Işık nedir? Bunları anlamama ya da ışığa ve mutluluğa ulaşmama neden olan şey nedir? Derken bir çözüm belirmeye başlar yaratıcı karanlığın içinde, yaratılışın ilk ışığı olarak. İlk ışık bana şunu söyler: cahilsin! Ben de bildiğimi sanmayı bırakarak, cehaletimi anlamaya çalışırım önce. Ve karanlığın içinde cılız bir ışık parlamaya başlar! (Karanlığın İçindeki Aydınlık kitabı, Giriş Bölümü’nden, Yazar: Cem Şen)
Commentaires