Ilk gün karşıma çıkan bio markete girdim. İçerde Jivamukti yoga merkezini tanıtan bir broşür gözüme çarptı. Hemen heyecanla broşürü aldım. Bulunduğum yörenin yakınlarında bir Jivamukti merkezi olduğunu anladım. Hepimizin çok sevdiği china gelleri almak için kendime görev edinmiştim bile.Kasadaki kadına adresi sordum. Bir şekilde anlaştık. Ben ingilizce sordum, o almanca cevap verdi. Çok çok az almanca kulak dolgunluğum var. Annemden dolayı. Keşke konuşabiliyor olsaydım. Neyse yürüme mesafesinde olduğunu ve bir sonraki sokaktan sağ sapmam gerektiğini anladım.
Keşifin çoşkusu içinde yürüyordum. Bu sefer karşıma küçük bir dönerci çıktı. Bu sefer türkçe derdimi anlatabilecektim. Doğru istikamette olduğumu ve az kaldığını anladım. Evet sonunda yoga merkezine ayak bastım. China gellere kavuşmuştum. Birkaç tane alıverdim. Verilen siparişleri unutmadan…
Bu sabah ise içimdeki ses orada bir derse gitmemi söyledi.
İyi ki öyle olmuş.
Farklı bir salonda, yoga matimin üstünde, öğrenci konumunda fiziksel yoga uygulaması içinde olmak ne güzelmiş.
Bütün ders almanca idi. Hocaya almanca bilmediğimi, ama sorun olmadığını Jivamukti yoga dersleri daha önce aldığımı söyledim. Ve iki kişinin arasına yerleştim ki, dersin akışı içinde yanımdakileri hissedeyim. nerde olduğumuzu anlamak için sağ sola bakabileyim diye. Ve dersin almanca olması aslında çok hoşuma gitti. Bir şekilde iletişim halindeydik. Tabii benim ders sırasında aklıma neler neler gelmiyordu ki. Cihangir yoga’ya gelen ve türkçe bilmeyen yogi ve yoginileri düşündüm. Aslında sırf varlığımızla dahi onları dışlamadan kendi uygulamalarının içinde tutmamız ne de mümkünmüş. Hiçbir şey anlamamanın bir diğer güzel yanı, kendi içimdeki dünyaya çok daha kolay girebildim. Miriam adlı hocanın çok çok güzel ellerle yönlendirmesi vardı. Herkese dokunuyordu. Çok etkili ve hiç daha önce görmediğim bazı yönlendirmeleri oldu. Sekans sıralamasında da süprizli bir kaç bağlama içinde buldum kendimi. İyi ki sabah uygulaması için buraya gelmişim diyerek ayrıldım. Eve kahvaltı için dönerken, küçük bir defter satın aldım. Unutmadan, karşılaştığım farklı sekans dizilimlerini yazmaya başladım Ve bu küçük kırmızı deftere beni etkileyen ne varsa yazmaya karar verdim.
İlk gün Cyndi Lee’ye eğitime gelen Çiğdem Keresteci ile belki 6 saat yürüdük ve yürüdük. Kendimize çevre dostu, doğal yoga matleri ve bir dans stüdyosundan rahat yoga yaparken giyebileceğimiz kıyafetler aldık. Ve yürüdük yürüdük. Yürümek ne kadar güzel bir şehri hissetmek için. Yürürken çevreyi görmek. İnsanları gözlemlemek. Türk pazarının içinden geçmek. Düz ayak Berlin’in bisiklet dostu bir şehir olduğunu anlamak. Birçok bebekli aile ile karşılaşmak. Hayat yolunda yürümek ve yürümek. Yoga yolunda yürümek… Yolcusu olduğumuz bu hayat içinde yürümek ve yürümek.
Farklı bir hassaslık içinde buluyorum kendimi birkaç gündür. Nedendir bilinmez. Akşam 9 sularında evimin çok yakınlarda, burda yaşayan bir arkadaşım ile buluşmaya gittim. Bu mekanda Balkan müziği olucakmış. Onun arkadaşları ile tanıştım. Burda yaşayan akupunktur yapan alman bir kadın, 5 senedir asthanga yoga yapan, burda yaşayan ağabey-kız kardeş, doğuma büyüme buralı olan ve acro yoga yaptığından (partnerli yoga gibi) ve nasıl etkilendiğinden bahseden kendine öz ve has başka bir Türk kızı. İçerde birçok dil konuşuluyordu. Fransızça, Almanca, Türkçe, İngilizce… Sahneye çıkan Polonyalı kızlar bir de türkçe bir parça söylemesinler mi? Nedense gözlerim doldu. Ne fark eder hangi dili konuştuğun, hangi millet olduğun. Hepimiz insanız.. ve ortak bir platformda buluşmamız aslında o kadar kolay ki. Birbirimize açılabilsek, birbirimize doğru adım atabilsek…Farklı duygular içinde herkesten ayrıldım…
Çember içindeyiz. Hepimiz yolcuyuz. Daha ne farkeder ki ?
Onur’un dile getirdiği bir resim…
22/10/2011
Comments